Röportaj
Harun KOLÇAK
Çıkardığı albümleri yanı sıra her şeyden önce bir müzisyen olarak sanat yaşamına adım atan Harun Kolçak, müzik benim dünyam diyor.
20.11.2014 14:45

Geçtiğimiz Mayıs ayında Bodrum Eskici Bar'da sahne alan ünlü sanatçı Harun Kolçak, Mavi Dergisi'ne özel olarak verdiği röportajında; hayata bakışı, doğa, sanat, sağlıklı beslenme ve müzik yaşamı yanı sıra Bodrum'da yaşamış olduğu anılarını bizlerle paylaştı. Geçirdiği ciddi rahatsızlığının ardından hayata daha sıkı bağlanan Harun Kolçak, her zaman sakin bir yaşamı tercih ettiğini söylüyor. Bununla birlikte müzisyen ve sanatçı kimliğiyle de sahneye çıkarak kalabalıklara müziğini dinletmek, onun için vazgeçilmez bir tutku.

 

Babası ünlü oyuncu Eşref Kolçak'tan aldığı oyunculuk dersleri ile bu konuda da deneyim yaşayan sanatçı, oyunculuğu keyifli bulmuş ve iyi tekliflere sıcak bakıyor. Bodrum sahnesi öncesinde yaptığımız röportajda Harun Kolçak, büyük bir içtenlikle sorularımızı yanıtlayarak çıkaracağı yeni albümlerinin de müjdesini verdi. Kolçak, önce düetler eşliğinde bir best of albüm yapacak, ardından yepyeni parçalarından oluşacak albümü ile yeniden hayranlarının karşısına çıkacak.

 

Öncelikle yoğun çalışmalarınızda bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Müziğin her yönüyle uğraşmış bir sanatçı var karşımızda. Bu güne kadar hem yorumcu hem beste yapan ve şarkılarına söz yazan Harun Kolçak var. Bunların içinde en çok hangisi sizde ağır basıyor? Bir de oyunculuk deneyiminiz var?

Tabi ki müzik her zaman ağır basıyor ama oyunculukla ilgili iyi bir teklif geldi. Tabi Eşref Kolçak'ın oğlu olduğum için de avantajım var. Çünkü babamla konuştum ve ondan çok şey öğrendim. Uzun uzun telefon konuşmaları yaptık ne yapmam lazım diye ve o beni telefonda eğitti. Başarılı da oldum. Bir komedi dizisiydi. Geçenlerde de bir reklam filmi çektik. Orada da eleştirmenler özellikle beden dilimi çok iyi kullandığımı söylediler. Sinemaya da çok düşkünüm.

 

Genlerden de geliyor olabilir belki de?

Evet, genetik olabilir. Çünkü rahmetli annem de çok güzel Türk sanat müziği okurdu. Oyunculukta ise bana uygun bir teklif gelse yine hayır demem.

 

“Sözü müziği senden çıkmış bir şeyi 'Hadi' dediğin zaman o insanlar hep bir ağızdan söylediği zaman, o çok farklı bir duygu. Onu anlatacak kelime yok!”

 

“Sahne, yaşadığımı hissettiriyor" demişsiniz. Yaşam İnsanın gerçekten sevdiği şeyi bulmasında mı saklı sizce? Yaşam felsefeniz nedir?

Ben zamanında babama da söyledim. Babacığım, dedim. Ben müzisyen olmaya karar verdim. Çünkü ben müzik yaparak mutlu olacağıma inanıyorum. Ben Saint Benoit Fransız Lisesi'nde okudum. Bundan sonra ise devam etmeyeceğim dedim çünkü gerek yok. Ben müzik okuyacağım, dedim. Mezun oldum ama başka bir üniversiteye değil. Çok şanslıydım, çünkü çalıştığım bütün hocalarımın hepsi bir okuldu, çok okul bitirdim. Rock olsun jazz olsun. En son rahmetli hocam Onno Tunç teklif ettiği zaman orkestrasına katılmamı, çok onur duydum. Aslında Amerika'ya gidiyordum Aydın Esen ile beraber jazz yapmak için fakat Onno gibi biri teklif ettiği için Türkiye'de kaldım. Ama meğerse ben albüm filan yapacakmışım ki hiç öyle bir niyetim yoktu, hiç öyle şeyler düşünmüyordum.  Ben müzisyenim, hala da öyleyim; sahneye basgitarımla çıkıyorum. Ben aslında orada şunu anlatamaya çalıştım: insan gerçekten sevdiği işi yapmalı. Hani yarın öbür gün Allah korusun bir şey olur başka bir iş yapmak zorunda kalırsın ya da yapanlar var. Onlar mutsuz gidiyorlar işlerine ve mutsuz dönüyorlar. Onu eve taşıyorlar ev hayatı da huzursuz oluyor ama ben evimde de huzurluyum. Tamam, mesela şu an hastayım ilaçlarla duruyorum ayakta. Şöyle Bodrum'da bir kadeh şarap içmenin keyfini yaşayamıyorum ilaç aldığım için ama müzik yapacağım için çok mutluyum ve yarın yine hasta hasta İstanbul'a döneceğim. Mutluyum sahnede özellikle o iletişim ki; halkla ve karşımdaki seyirci ile…

Geçenlerde Bursa'da, Hayal Kahvesi'nde inanılmaz bir seyirci vardı. Ondan önceki hafta da Trabzon'daydım. Aman Allah'ım o ne güzel bir seyirciydi. Çıldırdık yani, ben de çıldırdım onlar da çıldırdı. Karşında o halk olmazsa, ne yapacaksın ki? Sözü müziği senden çıkmış bir şeyi 'Hadi' dediğin zaman o insanlar hep bir ağızdan söylediği zaman o çok farklı bir duygu. Onu anlatacak kelime yok. Tüyler diken diken oluyor, sızlıyor resmen.

 

“İnsanın bir özelliği var: kendini doğanın bir parçası olduğunu idrak edemiyor. Kibri var insanoğlunun: Allah benim için yaratmış, diyor ama sen onlar olmadan yaşayamazsın. Bu bir cehalet…”

 

Doğaya, çevreye zarar vermek istemeyen barış içinde bir Harun Kolçak var, hayvan hakları konusundaki düşünceleriniz nedir?

Lakto vejetaryenim. Çok katı değilim. Et yemiyorum ama en azından balığı denedim. Canlı yayında televizyonda da denedim ama en son gittim çıkardım çünkü bedenim kabul etmiyor. Ben yaşayan her varlığın hakkının savunulması gerektiğine inanıyorum. İnsan hakkı, doğa, ağaçlar. Kadınlarımız özellikle çok dövülüyor, hatta öldürülüyor. Gencecik kızlar artık öldürülmeye başlandı. Hani sadece hayvanlara değil bence yaşayan tüm varlıkların haklarına saygı göstermek lazım. Mesela ağaçlar olmasa biz nasıl nefes alırız ki. Tabi ki cehalet ve sosyal zekanın düşüklüğü bu. Sosyal zeka diye bir şey var ki o düşük olduğu zaman, insan seni direkt idrak edemiyor. Ne konuştuğunu anlamıyor çünkü terminolojiler çok farklı. Ne olacak bir ağaç, diyor ama öyle değil. Yüce bir denge, bir sistem var. Beri yandan inanıyor ama ağacı yaratanla kendini yaratanın aynı güç olduğunun farkında değil. Ağaç katliamına da çok karşıyım son yıllarda çok oluyor. Çok sert bir şekilde karşısındayım. Hayvan hakları da tabi… Yaşayan bütün varlıkların hakları var. Doğanın hakkı. Doğa denilince içine hayvan da giriyor, insan da giriyor. İnsanın bir özelliği var: kendini doğanın bir parçası olduğunu idrak edemiyor. Bir kibri var insanoğlunun: Allah benim için yaratmış, diyor ama sen onlar olmadan yaşayamazsın. Bu bir cehalet…

 

Sağlıklı beslenmeye verdiğiniz önemi biliyoruz, bu konuda birincil tavsiyeniz nedir?

Ben vejetaryenim ama kimse de vejetaryen olmak zorunda değil. Ancak tükettikleri gıdaları bilinçli tüketsinler. Mesela benim arabamı kullanan arkadaş, geçen gün sıradan bir yerden yediği tavuk yüzünden zehirlendi; hastane, serum. Biliyorsunuz bir tavuk 21 günde tavuk olmaz. O yenilenler tavuk değil, bir yaratık; hepsi hormon hepsi antibiyotik dolu, bir an önce büyümeleri için ve kemiklerinin ince olması için. Çok yanlış verilen kimyasallarla dolu etler onlar. Benim annem zamanında düdüklü tencerede bir – bir buçuk saatte bir tavuğu ancak yapardı. Üzerinde yağ birikirdi ondan da pilav yapardı. Şimdi görüyorum 15 – 20 dakikada tavuk pişiyor ki o tavuk değil aslında, hormonlu bir yaratık. Ben kimseye vejetaryen olun filan da demiyorum ama köy tavuğu, köy yumurtası ya da gerçekten bağlarda yaylalarda beslenmiş bir sığırın eti olmalı, yemek istiyorlarsa afiyet olsun, buyursunlar yesinler. Denizde de öyle; özellikle dip balıklarının eti yenmemesi lazım.  Midye de çok tehlikeli mesela…

 

Dikkatli beslenmek lazım ki ben elimden geldikçe pazarlardan şuradan buradan beslenmeye çalışıyorum. Sadece et değil, tükettiğimiz bakliyat olsun sebze olsun, orada da çok dikkatli olmak lazım elimizden geldiğince. Son kullanma tarihi okumak diye adet de yok bizde. Ben buna çok dikkat ediyorum. Büyük alışveriş merkezlerine gittikleri zaman yoğurt süt, şu bu aldıkları zaman son kullanma tarihlerine baksınlar. Pek halkımızda o alışkanlık yok ama Avrupalılarda çok var. Bir tüyo vereyim: ben mesela raflardaki ürünleri hep arkalardan alırım. Çünkü tarihi daha yenidir. Bunu böyle yapmaları da çok büyük bir ayıp ve terbiyesizlik tabi; tarihi geçenleri ya da geçmeye yakın olanları öne koymak. İnsanlar çünkü pat diye onu alıyorlar. 

 

“Elimden geldiğince yaşamın, varoluşun kutsallığına inanan biriyim. Yaratana çok bağlı yaşayan bir insanım. Sakinliği, yalın hayatı seviyorum; şaşalı şeyler beni çekmiyor”

 

Hastalık döneminizi atlattınız. Geçmiş olsun diyoruz. Peki, bu dönemde  kendinizi nasıl motive ettiniz?

Hastalığım nedeniyle uzun süredir yoktum ve aslında çok sakladım bu hastalığımı. İnsanları üzmeye gerek yoktu. Sevmiyorum ben öyle. Kendini acındırmayı da sevmem. Ama mecbur kaldım, ortalıkta yok olduğum için ve bir canlı yayında açıklamak zorunda kaldım. Bir de annemi kaybettikten iki ay sonra ortaya çıktı. İki tane büyük travma oldu ama şu anda gayet iyiyim.

 

Ben elimden geldiğince yaşamın, varoluşun kutsallığına inanan biriyim. Yaratana çok bağlı yaşayan bir insanım. Sakinliği, yalın bir hayatı seviyorum. Öyle şaşalı şeyler beni çekmiyor. Küçücük çocukken ünlü markalardan da giyindim ama yeri geldi annem bu ay o oyuncağı alamayız dedi, istediğim o oyuncak alınmadı. Yani o dengeyle büyütüldüm. Anacığım ve babacığım beni o dengeyle büyüttüler; varlığın doygunluğunu da, yokluğun o kabullenişini de yaşadım. O yüzden hiçbir zaman ay yatlarım, katlarım gibi hiç öyle beklentilerim olmadı hayatta. Çünkü madde fazla bir tatmin vermez insana. Belli bir doygunluğa erişmeden hep madde üzerinden gidersen çok farklı ve çok yanlış yollara da sapabiliyorsun. Şükürler olsun ben hiç sapmadım o yollara ama olabiliyor. Onun için dediğim gibi yalın, sakin yaşamın kutsallığını idrak ederek yaşayan biriyim. 

 

“Evet, deniz de birçok şey gibi müziğime ilham olur. Mavi yolculuğa ise beraber çıkacağınız kişiler çok önemli ve kimlerle çıkacağınız…”

 

Bu sayıda dergimizde dosya konumuz Mavi Yolculuk. Mavi yolculuğu sever misiniz? Müziğinize ilham olur mu deniz?

Mavi yolculuğa hiç çıkmadım. Bunun nedenini de anlatacağım. Evet, deniz de birçok şey gibi müziğime ilham olur ama mavi yolculuk başka. Mavi yolculuğa beraber çıkacağınız kişiler çok önemli ve kimlerle çıkacağınız. Mavi yolculuğa çıkıp sonra kavga dövüş cinayetler çıkarıp geri dönen insanlar oluyor. Bir teknedesin ve mecbursun beraber kalmaya. İnsanların çok farklı yönleri ortaya çıkmaya başlıyor; egolar ortaya çıkıyor, kavgalar oluyor. Bu, erkekler arasında, kadınlar arasında ya da kadın ve erkek arasında. Sevgililer, karı kocalar kavga ediyorlar filan. Onun için benim çıkmama nedenim mavi yolculuğa şu: ben yengeç burcuyum ki suyu ve denizi çok severim ama yanımda olacak insanların da aynı benim gibi, aynı frekansta olması lazım. Öyle bir grup olursa niye çıkmayayım? Ve gitarım da mutlaka yanımda olur, piyanomu alamam o biraz ağır olur ama dediğim gibi mutlaka dikkat etmek lazım mavi yolculuğa çıkacağın insanlara. Bir keresinde teklif edildi ama bana uygun değildi. Bir daha da teklif gelmedi, bilmiyorum. Biraz da askerlik gibi -askerlik yapanlar bilir- zorunlu bir mecburiyet vardır. Hoşlanmadığın insanla mecbur kaldığında bu sefer çirkinleşiyorsun, sende de o şeytan uyanıyor. Denizin bana çok çok özel bir ilhamı olmuyor. Ama denizi ve suyu çok seviyorum. Yunusları, balinaları, deniz memelilerini çok seviyorum. Onları öldürdükleri için Ankara Havalimanı'nda Japonlarla bile kavga ettim. Kızınca ne biçim İngilizce konuşuyormuşum ben? Doğrusu hayran kaldım kendime hatta. Yasaklandığı halde hala dünyada balinaları ve yunusları öldürüyorlar bir de balina etinden burger yapıyorlar.

 

Denizi seviyorum, bir kere suyun enerjisini çok seviyorum. Çok yıkanan, suyla çok iç içe olan bir insanım. Deniz bana temizliği, özgürlüğü, saf enerjiyi çağrıştırıyor. Huzur veriyor. Denize dalmayı, suyun içinden dipten gitmeyi çok severim, nefesim el verdiğince. Ve kendimi bütünleşmiş hissederim doğayla, çok severim denizi.

 

“Çalışma amacıyla geliyorum buraya. Bodrum'a gideyim de tatil yapayım diye hiçbir zaman aklıma gelmiyor yazları. Kışın gelebilirim çünkü yazlık yerleri kışın severim. Kışın bir hüznü olur…”

 

Bodrum size ne ifade ediyor? İlk olarak kaç yılında geldiniz?

Bodrum'a küçükken bir kere geldim ama hayal meyal hatırlıyorum. Böyle bir Bodrum yoktu. Bir tane kale vardı, küçük küçük evler vardı. Çok sakin ve sadece Bodrum halkının yaşadığı bir yerdi. Bu güne gelirsek, bu günkü Bodrum beni pek mutlu eden bir ortam değil. Çok kalabalık oluyor. Çalışma amacıyla geliyorum buraya. Hani ya Bodrum'a gideyim de tatil yapayım diye hiçbir zaman aklıma gelmiyor yazları. Kışın gelebilirim çünkü yazlık yerleri kışın severim. Kışın bir hüznü olur çünkü. Bodrum benim, Bodrum'a gitsem diye aklıma gelen bir yer olmaktan çıktı. Eskiden öyleydi. Bir nişanlım vardı mesela şimdi Amerika'ya yerleşti. Onunla gelip ilk yemeğimizi yediğimiz restoran da hala durur burada. Adı değişmiş şimdi, buradan yürürken çarşıya girdiğinizde görüsünüz, taştır cephesi. Mesela o duruyor. O zamanlar geliyorduk. 18 – 19 yaşlarındayken. O zamanlar yine güzeldi ama şimdi çok fazla kozmopolit bir yer oldu. Benim sevdiğim yerleri söyleyeyim size; mesela Datça, Dalyan. O tip yerler daha çok hoşuma gidiyor. Alaçatı ise orası da mesela hemen moda oldu ya, hemen böyle belli tipler var hemen oraya gidiyor. O da beni rahatsız ediyor. Ben onlarla zaten yüz yüze geliyorum İstanbul'da. Bir de kafa dinlemek için gittiğim yerde onlarla karşılaşmak istemiyorum. Biraz böyle yabani bir tavrım var.

 

“Şu an Bodrum çok güzel, tam bir limonata gibi. Hatta az önce twitterdan yayın yaptım, 'Gelecekseniz şimdi gelin Bodrum'a' diye”

 

2010 yılında tedavi gördüm, o zamanlar tedavi bitiminde moral olsun diye birkaç hafta geldim Bodrum'a ve Veli Bar'da sahne aldım tabi profesyonel bir anlaşma değildi. Şimdi konserlerimiz başladı, grubumla beraber konserler veriyorum. O çok farklı ve çok keyifli oluyor. Üç tane daha solist var çünkü grupta ve çok eğlenceli oluyor. Hakan Küfündür ile de DJ performans olarak çok iyi anlaşıyorum.  Aslında yapmıyorum ama Hakan ile çok iyi anlaştığımız ve DJ performans olduğu için, hadi bir de Bodrum'u göreyim diye geldim bu sefer.  Çünkü normalde yazın Bodrum'u sevmiyorum; çok sıcak ve çok kalabalık oluyor. Şu an ise çok güzel, tam bir limonata gibi. Hatta az önce twitterdan yayın yaptım, 'gelecekseniz şimdi gelin Bodrum'a' diye. İş olursa gelirim yoksa gelmem. 

“Tedavi sürecimdi. 2010'da 14 Temmuz gecesi Bodrum'daki Veli Bar'da sahnedeydik. Gece 12.00'den sonra 15 Temmuz'a geçtiği zaman sahneye doğru mumlar içerisinde pasta geldi. Ağladım.”

 

Bundan sonraki müzik yaşamınızda sevenlerinize yeni haberleriniz var mı, yeni bir albüm  gibi?

Şimdi bir best of albüm yapıyoruz. Ama bu best of'un bir özelliği var bütün parçalar düet oluyor. 1990'lı yıllardan da var, yeni jenerasyondan da var. Mesela Aşkın Nur Yengi de var, İrem Derici de var. Kubat var, Yaşar var, Tan var –ki Tan çok istiyordu zaten- daha çok kişi var.

 

Bayağı bomba bir albüm olacak o zaman?

Bombalara karşıyız ama evet bomba olacak bu albüm. İskender Paydaş ile çalışıyorum. O da yazın burada Helva Bar'da çıkıyor. Albümde son anda bir aksilik yaşadık. Herhalde hep beraber seçimlerin geçmesini bekleyeceğiz. Zaten iki parça kaldı, ondan sonra da çıkar.

 

Bodrum'da yaşadığınız bir anınız var mı?

Az önce aklıma gelmişti, önünden geçtim çünkü. Benim yaş günüm 15 Temmuz'dur. 14 Temmuz gecesi Veli Bar'da sahnedeydik. Saat 12'den sonra 15 Temmuz'a geçtiği zaman sahneye doğru mumlar içerisinde pasta geldi. Ağladım. Bir de o tedavi süreci olduğu için biraz daha duygusal, biraz daha hassas oluyorsunuz. Daha çok etkileniyorsunuz. Şu anda aklıma o geldi. Veli'nin önünden geçerken de o geldi. 2010 yılında Bodrum'da sahnede yaş günümü kutlamıştım.

 

Kışın hiç sahne aldınız mı Bodrum'da?

Hayır, ama yaz ya da kış olması fark etmez sahne için. Bodrum'da mesela “Mandalin” diye bir yer varmış. Şu an benim kurduğum gruba da çok uygun. Bilmiyorum tabi olursa orada olabilir, grubumla birlikte. Çünkü çok keyifli müzik yapıyoruz. Sadece benden değil tabi; Şebnem Ferah olsun, Onno Tunç besteleri ve meşhur hitleri. Duman grubundan bile parça çalıyoruz. Ben değil sadece iki solist daha var grupta. Bir hanım arkadaş var bir de saksafon çalan arkadaş var. Erkin Koray'dan da söylüyor, neşeli oluyor.

 

“Tedavi gördüğüm sırada yazdığım birikmiş olan çok parçam var. İnşallah Allah ömür verirse best of albümünden sonra onu da çıkartacağım. Ondan sonra da bir kenara çekilip sakin bir hayatı düşünüyorum.”

 

Sanat ve müzik ile ilgili nasıl değişimler oldu Türkiye'de?

Türkiye'de sanat çok baltalanıyor. Bir arayış bir kısırlık var. Mesela şu anda benim eski parçalarım çok sık rağbet görüyor. Çok alan var arabeskçisi, rockçısı, klasik Türk müzikçisi, benim parçalarımı benden satın alıyorlar. Bütün dünyada bu kısırlık var aslında. Tamam, Türkiye'de müthiş bir erozyon var. Burada sanata ve gerçek sanatçıya pek değer verilmemeye başlandı artık. Ama genelde ben dünyayı takip eden bir adam olduğum için dünyada da aslında böyle çok 'vauv işte bu' diyebileceğimiz bir hit ne zamandır patlamıyor. Eski hitleri yaratanlar, onlardan da çıkmıyor. Genelde bir kısırlık var ama Türkiye'de tabi ki bir de dejenerasyon var. Fast food gibi; doyuruyor ama beslemiyor. Ayakta yenilen burger seni doyurur ama beslemez. İki aylık üç aylık parçalar çıkıyor, hadi eller havaya filan, ondan sonra da benim telefonum çalıyor; 'Ya, Harun. Biz bir albüm yapıyoruz. Senin şu parçanı alabilir miyiz?' diye soruyorlar. Buyurun alın. Demek ki biz doğru ve düzgün şeyler yapmışız. Kısırlık Türkiye'de evet yaşanıyor ama dünyada da yaşanıyor, sadece Türkiye'ye yüklememek lazım. Türkiye'de pop müzik şu anda benim için tahammül edilemez derecede yanlış. Yani kulaklarım kanıyor öyle söyleyeyim. Ben içimden geleni yaptım her zaman. 'Abi çok iyi bir slogan yakaladık. Hadi parçayı yapalım da paraları götürelim' diye bir zihniyetim hiçbir zaman olmadı. Hep akademik baktım ve içimden geldiği gibi oldum. Tedavi gördüğüm sırada da şimdi birikmiş çok parçam var. İnşallah Allah ömür verirse hak verirse bu best of albümünden sonra onu da çıkartacağım. Ondan sonra da herhalde artık bir kenara çekilip sakin bir hayat süreceğim…