Hasan Güleşçi, 40 yılı aşkın bir süre çalıştığı Sabancı Grubu'nun unutulmaz, efsane yöneticisi. Sabancı Ailesi'nin yakın bir dostu ve Sabancı'nın ilk CEO'su olarak da holdingin gelişip büyümesinde çok büyük emeğe sahip.
Yaşamını şu an Bodrum Gündoğan'daki evi ile İstanbul arasında sürdüren Güleşçi, Sabancı'daki görevi nedeni ile neredeyse dünyanın her yerini dolaştığını, mesaisinin sonunda ise deniz kabuğu satan yerlere uğradığını belirtiyor ve kendisine hayatiyet kattığını belirttiği bu hobisi ile yoğun iş temposunun stresinden uzaklaşarak dinlendiğini vurguluyor. Hasan Güleşçi, eşinin de yardımlarıyla dünyanın çeşitli yerlerinden topladığı binlerce deniz kabuğundan oluşan ve Türkiye'de emsalsiz olan bu özel koleksiyonunu, Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'un da teşvikiyle Bodrum Deniz Müzesi'ne bağışlamanın bugün mutluluğunu yaşıyor. Bodrum Ticaret Odasının Mavi Dergi için özel olarak yapmış olduğumuz bu röportajda Hasan Güleşçi bizlere doğduğu günden başlayarak iş yaşamını, ailesini, bu arada deniz kabuğu koleksiyonuna nasıl başladığını ve Sabancılarla yaşadığı unutulmaz anılarını paylaştı.
Kendinizden bahseder misiniz? İş hayatına ne zaman başladınız? Sabancılar ile dostluğunuz ve iş ilişkileriniz nasıl gelişti?
1937 yılında Adana'da doğdum. Tarsus Amerikan Koleji'nde liseyi bitirdim. İngiltere'de Manchester'da makina mühendisliği tahsilim nedeni ile 4 buçuk yıl kaldım. 1961'de Türkiye'ye döndüm. Döndüğüm yıl Adana'da Sabancılarla Bossa fabrikasında çalışmaya başladım. Başlangıçta yardımcı işletmeler şefi, sonradan da proje müdürü olarak. Projelerde finansman çok önemli bir konu olduğu için finans ile ilgili çalışmalar yaptım. Aynı yıl sınıf arkadaşım Gülsen Güleşçi ile evlendim. Proje müdürü olduktan sonra toplantılara girmeye başladım. Patronlardan Şevket Sabancı, Erol Sabancı ve Özdemir Sabancı ile beraber Tarsus kolejinde okumuştuk. İngiltere'ye de beraber gittik, birlikte kalıyorduk. Adana'dan İstanbul'a da Sakıp Bey ile geldik 1973'te. Ondan sonra da hep Sakıp Bey ile 25 küsur yıl boyunca çalıştım.
2000 yılı başında Brezilya'da fabrika açılışı yapmaya giderken, Sakıp Bey ile yan yana oturuyoruz. “Sakıp Bey; düşündüm ki, karımdan çok seni görmüşüm” dedim. Kahkaha attı. Niye, benden bıktın mı ? dedi. “Sakıp bey ben yavaş yavaş ayrılsam.” Dedim. “Olmaz, ayrılmak yok” dedi. Beni çok severdi ve arkamda durdu. Sabancı Holding'de 1985'de Genel Koordinatör oldum, sonra CEO oldum. En yüksek mevkilerde çalıştım. Bu süre zarfında üç tane kızım oldu: Pınar, Pırıl, Petek. Ne güzel kızlarımız oldu. Yedi tane torunum oldu. 6'sı erkek bir tanesi kız. 2000 yılında Sabancı Holding Chief Executive Officer (CEO) görevimden ayrıldım.
Uzun yıllar Sabancı'da üst mevkilerde çalıştınız, dünyayı gezdiniz. Hayat felsefeniz nedir?
Benim hayat felsefemde: eşim mühim, ailem mühim, çocuklarım, torunlarım mühim ve işim mühim ama hayat bundan ibaret değil. Bütün insanların bir de hobisi olmalı. Dördüne vakit ayıracaksınız. Gidip hemen satın alıp “ben koleksiyoncuyum” diye bir şey de olunamaz tabi, Farklı bir şey yapmak istiyorsanız çalışacaksınız, ona emek vereceksiniz. Beşyüzbin dolar verip alayım deseniz bu koleksiyonu alamazsınız. Değişik memleketlere gidip bu deniz kabuklarını tek tek bulmanız lazım. Gerekirse açık arttırmaya bile gireceksin. Bu gibi ve daha pek çok hobi aslında insana hayatiyet kazandırıyor.
Sistematik olacaksınız, kendinizi yenileyeceksiniz, dünyayı tanımaya çalışacaksınız, büyük düşüneceksiniz, verimli olacaksınız ve netice alan bir zihniyet geliştireceksiniz. Bunlarda benim hayat felsefemin diğer öğeleri.
Sabancı Grubundaki görevimden ayrıldıktan sonra boş durmak benim için mümkün olmadı. Önce Vakko'dan Vitali Hakko ve kardeşi Albert Hakko beni aradılar. “Hasan Bey sana ihtiyacımız var. 2000 yılında devalüasyon olmuştu, dolar 625 liradan 1600 küsur liraya çıkmıştı. Vakko'da Müşavir ve Yönetim Kurulu üyesi oldum Haftada bir gün devamlı gidiyordum. Sonra modern bir ambalaj sanayi şirketinde çalıştım. Maya İnşaat Grubunda 15 yıl Yönetim Kurulu Üyesi ve Danışman oldum. Şimdi yavaş yavaş azaltmaya çalışıyorum.
Bodrum ile olan yakınlığınız ne zaman başladı?
Bodrum'da biz eskiden Maya Tatil Köyünde oturuyorduk. Bundan 9 sene evvel Gündoğan'a geldik. Ama Bodrumlu oluşumuz bayağı eski. Adana'da bir pamuk çiftliğim vardı. Sabancı'da çalışırken çiftliğe de arada gelip gidiyordum Sakıp Bey bir gün çağırdı ve dedi ki: Hasan, şu çiftliği satsana. Ben de şaşırdım tabi. Niye satayım Sakıp Bey, dedim. Bunun üzerine Sakıp Bey şöyle dedi: Ben senin beyninin tamamını istiyorum. Kaybını telafi ederiz diyerek gönlümü aldı.
Üzüldünüz mü peki çiftliğinizi sattıktan sonra?
Hayır, hiç üzülmedim. Çünkü heyecan dolu bir hayat yaşadım, işimi çok seviyordum. Sabancı Holding Topluluğuna 1961 yılında girdiğim zaman 20 milyon dolar cirosu vardı. 1 milyon dolar kar etmiştik. 2000 yılında ayrıldığım zaman topluluğun karı 1,7 milyar dolara ulaştı, cirosu da 11,7 milyar dolar oldu. Bütün şirketler bana rapor ederlerdi. 13 tane yabancı ortaklık yaptık. Tabii ki arkadaşlarımla birlikte yaptım, benim için ekip çalışması esastır. Lassa, Brisa oldu. Bridgestone, Hilton, Dupont, Toyota, Danone, Heidelberg ile ortak olduk. Dolayısıyla Sabancı kültürü genişledi, büyüdü. Soruyorlar bunca iş arasında nasıl deniz kabuklarıyla uğraştın diye, vaktimi iyi kullanırım. Ayrıca enternasyonal hobi yaşamımın bir parçası.
Peki, “Deniz Kabuğu” koleksiyonunuza ne zaman başladınız?
25 yaşındayken deniz kabuğunu tanıdım ve çok severek bunları toplamaya başladım. Ben canlı hayvan almam. Tabiatı, ekolojik dengeyi bozmamak esastı. İşim dolayısıyla çok seyahat ediyordum. Gittiğim ülkelerde işlerimi bitirir sonra kabuk aramaya çıkardım. Genelde eşim de benimle beraber gelirdi. Sağ olsun eşim çok yardımcı oldu bana. Gündoğan'da odanın birini küçük bir müze haline getirme fikri Gülsen'indir.
Çok büyük bir pul koleksiyonum da var. Hemen hemen Avrupa ülkelerinin ve Türkiye 'nin son 100 yıllının pulları var. Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi pulları var. Hepsi değerli koleksiyonlar.
Bir gün kızlarımı topladım, deniz kabuğu koleksiyonumu göstererek siz bunlara bakabilir misiniz? İster misiniz? diye sordum. Bodrum Müzesine vermek istiyorum, dedim. Baba biz bakamayız, dediler. O zamanlarda da Bodrum'dan Volkan Acar'ı tanıyordum. Deniz kabuğu dükkanının sahibi ve Bodrum aşığı Volkan tasnif işinde çok yardımcı oldu. Volkan benim koleksiyonumu Belediyeye duyurmuş. Bir gün bir telefon geldi, Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon sizi görmeye gelecek dediler. Buyursunlar dedim. Geldiler Deniz Eyinç ile beraber. Deniz'i ben eskiden tanıyordum. Başkan Mehmet Kocadon eve geldi, koleksiyonumu gördü. Vizyon sahibi bir Başkan. Hasan Amca, senin tek başına bunları saklamaya hakkın yok, bu kadar güzel bir şeyi Bodrum ile paylaşmalısın dedi. Hanımla da görüştük. Bodrum'a da yakışıyor. Çok insan görsün istiyordum. Ben de Bodrum Deniz Müzesi'ne bağışladım.
Dünyanın kaç yerinden kabuk var?
Başlıca 10 – 15 tane merkezden diyebilirim. Zaten biz kabukların altına da nereden çıktığını ve kimin bulduğunu yazıyoruz. Bütün dünyanın merkezlerinden kabuk aldık ama deniz kabuklarının ana merkezi Filipinler'dir.
Hanımla Maldiv adasına gitmiştik. Adada kabukları memleket dışına çıkarmak yasaktı. Tesiste bir Türk dalgıç vardı. Onu buldum. Biraz para verdim, kabuk buldu ve getirdi çıkarken gümrük memuru bunlar ne dedi; ben de deniz kabuğu dedim, ne yapmalıyız derken eliyle parayı tarif etti, işi hallettik. Adadan ayrıldık, geri dönüyorduk havaalanında bir satıcının sadece 4 tane kabuğu sergilemiş gördüm. Bir tanesi çok enteresan idi. Bu normal kabukların başı yukarı geldiği zaman sağa düşer ama o sol taraftaydı. Nadir bulunan çok değerli bir kabukmuş ki sonradan öğrendim. Kaç para bu kabuk dedim, 1200 dolar dedi. Benim de cimriliğim tuttu 500 dolar vereyim dedim. Adam git, satmıyorum, dedi. Ondan sonra araştırdım ki 5000 dolar versem yine de bulamazmışım o kabuğu. Ben de o anda kızdım herhalde çünkü 1200 dolar bir kabuk için pahalı geldi. Satıcı takdir etmiyorsan git işine demek istedi bana. Bir de bu arada gittiğim her yerden deniz kumu getirdim. Sergilediğim kabukların altına sererim. Tanzanya havalimanında güvenlikler merak ettiler nedir diye, kum diyorum inanmıyorlar, onlar da anlamaya çalıştılar. Açtılar, baktılar kumu görünce gülmeye başladılar.
Bu deniz kabuğu koleksiyonumuz şu an Türkiye'de benim bildiğim presentasyon şekli ile en büyük ve en kapsamlısıdır. Müzede neredeyse bilinen her tür deniz kabuğunu görebilirsiniz. Dünyada yaklaşık 120 bin deniz kabuğu türü var ama bunların büyük bir kısmı mikroskobik ölçüde. Göremiyorsunuz. Şu anda elle tutulabilecek kabukların büyük bir kısmı koleksiyonumuzda var. Bodrum'a koleksiyonun çok yakıştığını düşünüyorum. Kabuk koleksiyonunun Bodrum Deniz Müzesi'nde olması Bodrum'a değer kazandırıyor.
Amerika Florida'da Sanibel Adasında Bailey Matthews adlı kişinin kurduğu bir kabuk müzesi var. Oradan dvd'ler aldım. Kabukların hayatı, kabuk nasıl yakalanır, bakımı nasıldır. Bunları öğrencilere müzede göstereceğiz.
Müzemize daha çok ziyaretçi çekmemiz lazım. Bunun için PR ve yönlendirme çalışmaları yapmamız gerekiyor. Örneğin, Limana bir gemi geldiğinde müzeden görevliler gidip onlara müzeyi tanıtıcı bilgi vermeleri ve bunun için gerekli organizasyonu yapmaları lazım.
Bodrum'un bir marka olduğunu düşünüyor musunuz? Bodrum'un geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bodrum son 10 yılda kesin olarak iyi bir marka olmuştur. Marka olduğunu ölçmek için ne kadar paralı insanın geldiğine bakmak gerekiyor. İnsanlar meraklı. İlle de Prada alacak. İşte Prada'yı alacak zihniyet lazım bize. Buranın klası, buranın marka olmasıyla eş değer. Sadece markayım demekle marka olunmuyor, yaptığın işlerle olunuyor. Mükemmelliği arayacaksınız. Lokantalarıyla, mağazalarıyla, bütün markalar burada. Bu da Bodrum'u marka ediyor.
Yalıkavak Marinası ve yapılan lüks evler marka olmanın, klas olmasının en güzel örnekleridir.
Bodrum Belediye Başkanın Mehmet Kocadon da Bodrum'un gelişmesinde çok çalışıyor, çok koşturuyor. Sempatik bir insan. (Hasan Güleşçi, kabukların müzeye getirilmesinde Başkan Kocadon'un rolünü gülerek anlatıyor) PİAR'ı da kuvvetli, ikna kabiliyeti yüksek bir arkadaş, Bodrum Ticaret Odası Başkanı Mahmut Kocadon'unda katkısı çok büyük. Müze oluşumunda çok yardımcı oldu, hep yanımızda oldu. Çok severim ikisini de. Teşekkür ederim.