Süreyya SERDENGEÇTİ
Siyasal çalkantı döneminde sakin piyasalar
01 Ağustos 2007 Çarşamba

İş camiasında son aylarda sık sık, 2006 Mayıs ayından 22 Temmuz seçimlerine kadar olan dönemde yaşanan siyasi çalkantı ve belirsizliklere rağmen piyasaların nasıl olup da sözkonusu dönemde  sükunetini koruduğu sorusu gündeme getirilmektedir. Diğer bir deyişle, geçmiş ekonomik ve siyasi çalkantı ve belirsizlik ortamlarında hem döviz kurlarının hem de faizlerin genel düzeyinin yükselmesine rağmen, bu defa neden aynı gelişmelerin görülmediği ve özellikle döviz kurlarının, piyasaları etkileyebilecek olumsuz siyasi gelişmelere rağmen, neden sözkonusu dönemde düşük kaldığı zihinleri meşgul etmektedir.

Birinci neden, hiç şüphesiz, ekonomik istikrarda son altı yılda alınan mesafedir. Ekonomik istikrara yönelik politikaların sürdürülmesi, enflasyonun ve kamu borcunun milli gelire oranının geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde düşmesini sağlamıştır. Bunun doğal sonucu da; sermaye girişleri, faizlerin genel düzeyinin gerilemesi ve Türkiye ekonomisinde beklenenin çok ötesinde büyüme ve verimlilik artışı olmuştur. Bağımsız ve özerk kurumların bu sürece büyük katkısı olmuş; bu kurumların varlığı ve uygulamaları ekonomi - siyaset arasındaki ilişkiyi, geçmiş dönemlere kıyasla, oldukça zayıflatmıştır. Kısaca; istikrarda alınan mesafenin, bazı kırılganlıkların hala varolmasına rağmen, ekonominin dışsal şoklara dayanıklılığını artırmış olması sözkonusudur.

İkinci nedeni ise, 2006 yılı Mayıs ayından itibaren belirginleşen ve içinde bulunduğumuz 2007 Mayıs ayı itibarı ile de devam eden, yerleşiklerin ve yabancıların Türkiye’de siyasete ve ekonomiye farklı bakışları içinde aramak gerekecektir. Sonuçta, 2006 Mayıs ayından 22 Temmuz seçimlerine kadar olan dönemde gördüğümüz  siyaset alanındaki belirsizlik ortamına rağmen yaklaşık bir yıldır süregelen göreli sakinlik durumu, yerleşik ve yabancı ekonomik birimlerin davranışlarının bir bileşimi olarak ortaya çıkmıştır.

 

Bu farklı bakışlar hangi unsurlardan kaynaklanmaktaydı ?

 

Siyaset alanında yabancıların ülkemizin seçim sürecini, hiç şüphesiz çoğu zaman kendi ülkelerinin demokrasi deneyimi ve vardıkları aşamadan dolayı, olağan karşıladıkları görülmektedir. Yerleşiklerin ise, sorunlu demokratik geleneğimizden dolayı, daha bir yıl evvelinden tedirgin olmaya başladıkları ve bunu davranışlarına yansıttıkları bilinen bir olgudur.

 

Ekonomi alanına gelince; yabancıların, diğer gelişmekte olan ekonomilerde daha evvel yaşanan istikrar süreçlerini iyi bilmelerinden dolayı, Türkiye’nin istikrar sürecinin başarısını çabuk görmüş olmaları birinci unsurdur. Özellikle 2003’den itibaren  ülkemize giren yabancı sermaye içinde sıcak paranın ağırlığının azalmaya başlaması, uzun vadeli sermaye kalemlerinin ve doğrudan yabancı yatırımların paylarının ise artması bunu göstermektedir. Sağlanan istikrar ve yaratılan güven ortamı, üstüne bir de Avrupa Birliği yolunda alınan mesafe ile birleşince, yabancılar nezdinde daha çabuk sonuç vermiştir.

 

Yerleşiklerin bu süreçteki tutumlarına bakınca, istikrar ve güven ortamı ile beraber her ne kadar ülkemizde yatırımların arttığı, 2001 yılında dışarıya çıkan yerleşiklere ait sermayenin geri döndüğü ve ülke içinde de ters para ikamesinin yaşandığı bir döneme girilmişse de, önemli ölçüde finansal varlığın hala döviz olarak tutulmaya devam edildiği de bir gerçektir. Bunda geçmiş 30 yıllık istikrarsızlık döneminin kriz ve çalkantılarının getirdiği ”Acaba yine eskiye dönüş olur mu ?“ korkusu rol oynamaktadır.

 

Hal böyle iken, 2001 krizi sonrası yaşanan 7 çalkantıdan sonuncusu olan 2006 yılı çalkantısı; Hükümetin Merkez Bankası bağımsızlığı  konusundaki tereddüt uyandıran tutumu, aksayan iletişim politikası ve Merkez Bankası Başkanı atamasının uzun süre sürüncemede kalmasının yol açtığı geciken piyasa operasyonları nedenlerinden dolayı, hem yerleşiklerin hem de yabancıların davranışlarını olumsuz etkilemiştir. Daha evvel yaşanan çalkantılarda yükselen döviz kurları ve faizlerin genel düzeyinin çalkantılar sonrası yine eski seviyelerine dönmeleri söz konusu iken, bu defa sadece döviz kurları çalkantı öncesi seviyelerine dönmüş, faizlerin genel seviyesinin yakın zamana kadar o ölçüde gerilemediği görülmüştür.

 

Hiç şüphesiz yükselen enflasyon, enflasyon tahmin ve beklentileri ile Merkez Bankasının politika faizlerini artırmış dolayısı ile piyasada fonlama maliyetinin yükselmiş olması bu durumun oluşmasında önemli etkenlerdir. Ama yıllarca kademeli bir biçimde % 30’ların üzerindeki seviyelerden 2006 başında % 8 seviyelerine kadar inen beklenen reel faizlerin, çalkantı sonrası çıktığı % 14 seviyesinden ancak yakın zamanlarda % 11-12 seviyelerine kadar inebilmiş olmasını sadece enflasyon ve kısa vadeli faizler ile açıklamak mümkün değildir. Kaldı ki, geçmişte faizlerin genel düzeyinin pekala kısa vadeli faizlerin altında seyrettiği dönemler de görülmüştür.

 

Eğer faizlerin genel düzeyinin gerilememesinin yanı sıra, döviz kuru da gerilememiş olsa idi bu dönemde, bu durumu hem yerleşiklerin hem de yabancıların istikrar konusundaki güvenlerinin azalması, dolayısı ile para ikamesi ve sermaye çıkışı ile açıklayabilirdik. Güven azalması hem bono/tahvil piyasalarından çıkışı hem de Türk parasından dövize geçişi açıklardı.

 

Oysa döviz kurları çalkantı öncesi seviyelerinin oldukça altında seyretmiştir. O halde ?

 

Sorunun cevabı yine yerleşik ve yabancıların davranış farklılıklarındadır. Yerleşikler, çalkantı sonrasında saydığım nedenler ile bono/tahvil piyasalarına ilgilerini azaltıp Türk parasından dövize geçmeye, keza sıcak paranın yerleşiklere ait bölümü de yurtdışına çıkmaya başlamıştır ve bu süreç yakın zamana kadar devam etmiştir. Yabancılar ise, 2006 çalkantısından gerekli sonuçları çıkartmakla beraber, Türkiye ekonomisine daha uzun vadeli bir bakış açısı ile bakmakta, bir yandan döviz bozdurup % 11-12 seviyesindeki beklenen reel faizlere ayrıca borsaya yatırım yaparken, asıl doğrudan yabancı yatırım biçiminde döviz girişi sağlamakta ve bu şekilde ülkemize giren dövizlerin bir kısmı bozdurulmakta ve YTL’ye çevrilmektedir. Ülkemize giren doğrudan yabancı yatırım miktarının yüksekliği göz önüne alındığında, bunun döviz kurları için ne anlama geldiğini tahmin etmek zor değildir.

 

İşte yerleşiklerin dövize geçmelerine rağmen döviz kurlarının çalkantı öncesi seviyelerine gerilemesinin, ancak yüksek seviyelerde seyreden beklenen reel faizlerde ifadesini bulan faizler genel seviyesinin ise yakın zamana kadar gerilememesinin bir nedeni de budur.

 

Bundan sonra ne olacak ?

 

Son bir yıldaki siyasi gelişmelere rağmen piyasalarda gördüğümüz ve yukarıda açıkladığım göreli sakinlik durumu bizi yanıltmamalıdır. Faizlerin genel seviyesi, sadece gerçekleşen enflasyon ve bir türlü düzelemeyen enflasyon beklentileri yüzünden aşırı yüksek kalmamıştır bu dönemde. Bu durum, yerleşiklerin hem siyaset hem de ekonomik istikrarın geleceği ile ilgili bir yıldır artan kaygıları ile de ilgilidir. Merkez Bankası başkanı atama süreci ile başlayıp Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ile devam eden kötü yönetimin yanısıra, yapısal reformlarda iki yıldır süregelen aksamalar bu kaygıları yavaş yavaş artırmıştır.

 

Öte yandan, yabancıların da uzun vadeli bir bakış açısı ile Türkiye’ye doğrudan yatırım yapıyor ve o meyanda faizlerin yüksek düzeyine de ilgi duyuyor olmaları aldatıcı olmamalıdır. Zira onlar da kurumsal düzenlemeler ve siyasette süregelen kötü yönetimin farkındadırlar.

 

Siyasi istikrarın yeniden oluşacağı beklentilerini güçlendiren son  genel seçimlerden sonra; Cumhurbaşkanlığı seçimi de siyasi istikrar bakımından tatmin edici bir biçimde cereyan ederse, iki yıldır aksayan yapısal reform sürecinin yeniden hareketleneceği yani reform yorgunluğunun sona ereceği kanaati oluşursa, Merkez Bankası bağımsızlığı gibi kurumsal düzenlemeler ile ilgili bir yıldan fazladır zaafa uğrayan güven yeniden tesis edilirse mesele yoktur. Türk Parası değer kazanma eğilimini sürdürecek, faizlerin genel seviyesi ise makul seviyelere gerileyecektir.

 

Tersi olursa, yani tek parti iktidarına rağmen siyasi süreçler iyi yönetilemez, IMF programı ve yapısal reformlar aksamaya devam eder, kurumsal düzenlemeler konusunda da yeniden güven tesis edilemez ise; bu defa bono ve tahvilden, borsadan çıkışların yanısıra dövize hızlanan geçişin ve ülkeden sermaye çıkışının piyasalara egemen olacağı, döviz kurlarının ve faizlerin yükseleceği, enflasyon ve büyüme beklentilerinin bozulacağı, dolayısı ile bugünkü göreli sakinliğin tek parti iktidarına rağmen aranabileceği unutulmamalıdır.

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI