Ece TEMELKURAN
Bodrum Tasarım Köyü 2015 Atölyelerinin açılışına katılmak üzere Bodrum Yalıkavak'a gelen gazeteci - yazar Ece Temelkuran ile Mavi Dergisi için özel bir söyleşi yaptık. Küçük yaşlarından bu yana Bodrum'a gelip giden Ece Temelkuran'ın hayatında Bodrum'un doğası ile tarihi dokusu ile ayrı bir yeri var… Her ne kadar kalabalıktan şikayet etse de, “Bodrum'da birçok Bodrum var. Ve Bodrum, bir tanesinde yaşama hakkını veriyor, diğerlerine hiç bulaşmadan. Bu da iyi bir şey.” diyor Temelkuran. Kitaplarına da ilham olan Bodrum'da en çok Gümüşlük'ü seviyor.
Tasarım köyüne gelme nedeninizden bahseder misiniz?
Bodrum Tasarım Köyü'ne gelmemin nedeni, burası yapım aşamasında ve bitmek üzere bir yer ve eşyanın tasarımı ile ilgili bir mekan. Ben de insanın tasarımı ile ilgileniyorum. Herhalde öyle bir denklik de oldu. Bir de School of Life çok denk düşen bir şey buraya, buranın ruhuna. School of Life'ın Türkiye'deki yürütücüsü Elvan Omay'dır ki o da böyle bir şey düşünmüş. Bugün de açılışını yapacağız. Ve açılışta konuşmalar da olacak. Sadece Bodrum'un özellikle buna çok denk düştüğünü söyleyebilirim. Çünkü enteresan bir yer Bodrum. Dün yine aynı şeyi düşündüm.
“Bitkilerin, insanların, dillerin bu kadar çok çeşitli olduğu bir yerde ve bu kadar çok ölmez ağacının olduğu bir yerde herhalde bir tür şifa vardır…”
Bir zamanlar bir adamın siyasi sürgün olarak geldiği yer ve sanki o gün dünyanın hepsine seslenmiş gibi 'siz de buraya gelin' der gibi, bütün dünya buraya akın etmiş. Gerçi bambaşka bir yer oldu şimdi. Dün de Marina'da dolaşırken ki başka bir dünya oldu orası. Bodrum ile çok da bir ilgisi var mı, emin değilim. Ama bitkilerin bu kadar çok çeşitli olduğu, insanların bu kadar çok çeşitli olduğu, dillerin bu kadar çok çeşitli olduğu bir yerde ve bu kadar çok ölmez ağacının olduğu bir yerde herhalde bir tür şifa vardır diye düşünüyorum. Şifacılık da bizim işimiz. (gülüyor)
Bodrum'a ne sıklıkta gelip gidiyorsunuz?
Ben her yıl Bodrum'a geliyorum, Gümüşlük'e geliyorum. Çocukluğumda da gelmiştim. 3 yaşındayken Bitez'de çekilmiş fotoğraflarım var. Kışın mandalinaların çok üretim fazlası olup da Bitez sahiline döküldüğü günlerden kalma mandalinaların üstünde sahilde bir fotoğrafım var. Bodrum'a biz çok gidip gelirdik. Tabi çok değişti o günden bu güne doğal olarak. Şimdi de Gümüşlük'e çok gidip geliyorum. Her yıl mutlaka Gümüşlük'e geliyorum öyle ya da böyle, az veya çok. Benim Bodrum'um hiç bu Yalıkavak'taki Marina Bodrum'u değil tabi. Dün fark ettim ki ben orayı hiç görmemişim bunca yıldır. Bodrum Marina'yı da bir kez gördüm. Demek Bodrum'da birçok Bodrum var. Ve bir tanesinde yaşama hakkını veriyor. Diğerlerine hiç bulaşmadan yaşama hakkını veriyor. Bu da iyi bir şey.
Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'un da bir sözü vardır, “Bodrum'da herkes kendi Bodrum'unu yaşar” diye…
Evet öyle. Çok daha mütevazı, o kadar şaşalı olmayan bir Bodrum; benim için daha manalı, dostlarla ve arkadaşlarla olan.
Edebiyatçılar, şairler, yazarlar, sanatçılar; bildiğimiz gibi bulundukları şehirden esinlenirler ve genellikle bu İstanbul olur. Peki, Bodrum da bu anlam size herhangi bir esin kaynağı olmuş olabilir mi?
'Düğümlere Üfleyen Kadınlar' kitabımın sonunu burada yazmıştım. Muz Sesleri'ninde sonunu burada yazdım. Yani Gümüşlük'te yazdım.
Kaçış yerinizin kitap yazmanız için Bodrum olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kitaplarım mutlaka Bodrum'dan geçiyor. Yani birçok şehirde yazıyorum ama Tunus'tan Bodrum'a geldim mesela Düğümleri Üfleyen Kadınlar'ın sonunda aklımı oynatmak üzereyken, onu Gümüşlük'te bir evde yazdım. Muz Sesleri de öyle oldu. Muz Sesleri'nin hatta ilk çıktılarını Bodrum'da aldım. İlk kez burada tekrar kendim okudum. O da maceralı oldu Bodrum'da. Devir kitabımda buraya geldim mi diye düşünüyorum. Gelmedim sanırım.
Bir fark oldu mu peki? (Gülüyoruz) Keşke gelseydim sonunu daha iyi bağlardım diye…
Olmuş olabilir belki de. Evet, belki de sonu daha da iyi biterdi. Gelmedim herhalde Bodrum'a. Yok Devir'de de geldim. Şimdi hatırladım. Bir bölümü burada yazıldı. Ben şimdi size anlatırken fark ediyorum bunları. Son üç romanın da burada bir bölümü var. Buralarda yazıldı hep kitaplarım.
Bodrum'da yazım konusunda sizi besleyen tam olarak nedir? Daha sakin ve huzurlu hissetmeniz mi?
Ben sabah çok erken kalkarım çalıştığım zaman. Ve Gümüşlük Kahve'de, sahilde, aşağıdaki kahvede; o kahve açılmadan oturup kahve beklemeye başlayan benim. Oradaki garsonlar filan tanırlar beni, gelip tek başına oturan kız diye. Herkes gelmeye başladığı zaman da kalkar giderim. Sabahları özellikle yazacağım bölümü tasarlamak için orada çok bulundum. Üç kitapta da böyle şeyler oldu.
Edebiyat aşkınız nasıl başladı peki?
Öyle aşk gibi bir şey değil de, öyle büyüdüm zaten. Yani herhalde insanın çok gençken okumaya başlamadan önce annesinin babasının kitap okumasıyla veya ona okunan kitaplarla başlıyor hikaye denen şeyle tanışmanız. Veya size anlatılan hikayelerle. Ben 8 yaşımdan beri yazı yazıyorum ve yazı yazılmayan bir hayat da bilmediğim için ayrıca edebiyat aşkı diye bir şey bilmiyorum. Herkes böyle yaşıyor zannediyorum, herkes bir şeyler yazıyor ve annem ressam ya, herkes resim yapıyor gibi. Dolayısıyla yemek yemeyi ne kadar seviyorsanız, ben de yazmayı o kadar seviyorum. Hani yemek yemek ile öyle bir ilişkiniz yoktur ya. Seversiniz ama bazen de aç kaldığınız için yersiniz. Benim de yazmakla olan ilişkim öyle bir şey. Şimdiye kadar öyle oldu. Bundan sonra nasıl olur bilmiyorum ama herhalde 'edebiyat ne zaman başladı' deyince aklıma annemin bana okuduğu kitaplar geliyor, ilk okuduğu kitaplar.
“Artık biraz anaerkil topluma dönüşün olduğunu düşünüyorum. Anaerkil toplumun bazı değerlerinin geri gelmesi gerektiğini de düşünüyorum. Barışın sağlanması ve sürdürülebilir bir uygarlığın olması için bu gerekli…”
Bu gelişinizde Bodrum Tasarım Köyü'nde düzenlenen proje için burada bulunduğunuzu söylediniz. Bu projedeki yeriniz tam olarak nedir? İnsanları tasarlıyorum demiştiniz…
Düğümleri Üfleyen Kadınlar'da bir bölüm var: 'Tanrıçanın yedi kuralı' diye. Temelde ondan bahsetmek için geldim ama başka şeylerden de bahsedeceğiz. 'School of Life', Türkçesi 'Hayat Okulu' Alain de Botton'un bir girişimi. Bütün dünyada ya da bütün dünyada demeyeyim ama başka ülkelerde de var. Esas itibarıyla da yeni bir ahlak mümkün mü? Bu ahlakı ve yeni hayatı yaşama biçimini, yeni yaşam biçimlerini ve yaşamayı daha güzel kılacak biçimleri keşfedebilir miyiz meselesi üzerine; yazan, çizen, düşünen insanların bir araya gelip konuşması. Buradan çıkacak kolektif bir düşünceyle ya da yöntemle daha iyi bir yaşam tasavvuru oluşturmaya çalışmak. İşte ben de bunun çok küçük bir parçasıyım. Şimdi açılışı ben yapacağım ama arkasından bir sürü insan gelecek buraya kendi disiplinlerinden başka başka şeyler anlatacaklar. Psikologlar gelecek, tiyatrocular gelecek ve daha birçok insan. Bu an ile ilgili bir şey, oraya gelen insanların terkibi ile ilgili bir şey. Oraya gelen insanlarla yapılan bir konuşma bu. Tek başına birisi çıkıp ders anlatıyor gibi değil. Sonuçta bir şeylerden bahsettikten sonra hep birlikte konu üzerine konuşuyorsunuz ve hep birlikte bir şeyler öğrenip gitmek buradaki esastır. Benim derdim de; birazcık ne biliyorsam üç aşağı beş yukarı, hasbelkader onları paylaşmak. Daha çok kadınlarla ilgili meseleler tabi anlatacaklarım.
Artık biraz anaerkil topluma dönüşün olduğunu düşünüyorum. Anaerkil toplumun bazı değerlerinin geri gelmesi gerektiğini de düşünüyorum. Barışın sağlanması ve sürdürülebilir bir uygarlığın olması için bu gerekli. Dünyada da kadının sadece güçlü değil aynı zamanda üretken, mutlu ve huzurlu bireyler haline gelebilmesi için insanlar düşünüyorlar genel olarak. Ve kadının kendinden gelen bir gücü olduğu üzerine konuşmalar kitaplar, edebi eserler üretiliyor.
Kadına şiddetin yanı sıra kadının metalaştırılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
İki ayrı uç var. Benim sözünü ettiğim konularla ilgili düşünen insanlar var ama mesela hakikaten artık kadını bir eşyaya dönüştüren, seyirlik bir eşyaya dönüştüren bir gidiş de var. O da ekstreme, aşırıya kadar gidiyor. İşte bu 'Bu benim stilim' gibi yarışmalar düzenleniyor ve kızcağızlar ağlatılıyor filan, yanlış etek - bluz giydiler diye. Bunlar tabi üzücü şeyler; insanın oralara indirgenmesi, bir etek - bluz uyumuna. Bunun da talebi var demek ki öyle bir arz da olduğu için o ikisi karşılaşıyor, acıklı bir şey ama o da çok sürdürülebilir bir şey değil. Biter gider.
İnsan tasarlıyorum demiştiniz. İnsan tasarlamak derken, tam olarak anlatmak istediğiniz nedir? Bunun mistik bir güç ile de bağlantısı olabilir mi?
İnsan tasarlamak derken karakter tasarlamaktan bahsediyorum aslında. Bir yandan açıklanabilir tarafı var; gördükleriniz, yaşadıklarınız gibi. Bir de benim de çok açıklayamadığım tarafları var; nereden geliyor bilmiyorum ama geliyor hakikaten. Biraz mistik olmayan ama kulağa mistik gelebilecek bir tarafı var. Bence her insanda bir parça o mistik taraf var, o yaratıcılık; az veya çok. Farkında olmak yanı sıra bunun için de özel olarak çalışıyorum, gelişim için. Yazar olmasam zaten deli derler. Deliliği en güzel meşrulaştıran meslek bence sanatçılık genel olarak.
Bodrumlulara söylemek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Var, evet. Yeter daha fazla insan almasınlar buraya. Dün Marina'da hakikaten yürüyemedik. Ne kadar kalabalık diye kaçtık.
Şehir merkezine hiç inmiyor musunuz?
Yok, inmek yok şehir merkezine. Ben çok sesten ve çok kalabalıktan çok rahatsız oluyorum. İnsanlar seviyorlar galiba kalabalığı. Bilmiyorum ama herhalde insanlar başka insanlara bakarak eğlendikleri için. İnsan sirki gibi geliyor… Orada insanlara mı bakıyorlar yoksa insanların giydiklerine mi bakıyorlar, onu da bilmiyorum. Ama sonuç olarak herhalde kimse benim kadar rahatsız olmuyordur kalabalıktan, onu gördüm.
“Ben İzmirliyim. Dolayısıyla Çeşme'yi çok küçük yaştan beri biliyorum. Çeşme böyle bir yer değil. Burada bir sürü Bodrum varken orada bir sürü Çeşme yok…”
Son zamanlarda Bodrum ile Çeşme ya da Alaçatı çok fazla kıyaslanıyor özellikle basın yoluyla. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Ben İzmirliyim. Dolayısıyla Çeşme'yi çok küçük yaştan beri biliyorum. Çeşme böyle bir yer değil tabi. Yani doğası böyle değil birincisi. Küçük bir yer bir de bu kadar köklü, antik kültüre sahip değil diye biliyorum, yanlış bir şey de söylemek istemem ama Çeşme daha tek tip bir yer. Burada mesela bir sürü Bodrum varken orada bir sürü Çeşme yok.
“Bodrum'da, burada gerçek bir hayat da var. Gerçek hayat ne demekse; yani normal bir hayat da var, o eğlencenin dışında, merkezi eğlence olmayan bir hayat… Burada durmadan köpük partileri yapılmıyor…”
Son yaşanan terör olayları ile ilgili tatilin ya da eğlencenin sürdüğü Bodrum gibi yerler hedef gösteriliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Korku yaşanmaya başlanınca hedefine ulaşılmış oluyor diye düşünüyorum. Bazı insanlar diğerlerine göre daha duyarlı olduklarını zannediyorlar herhalde ve öyle düşünüyorlar. Tabi Türkiye'nin geri kalanında başka şeyler yaşanırken burada eğlence hayatı var. Tatile geliyor çünkü insanlar. O bazılarının sinirini bozuyor olabilir. Anlaşılır bir şey. Haklı bir şey değil ama anlaşılır bir şey. Bodrum'a ben mesela baharda gelmeyi daha çok severim. Hatta kışın, kimse yokken. Bir de buraya çok fazla gönüllü sürgün olmaya başladı tabi, epey yıllardır. Seksenden beri öyle de. Giderek daha da fazlalaşıyor. Benim de tanıdığım bir sürü insan taşındı. Yalıkavak, Bodrum, Gümüşlük vs. Ancak o hedef gösterenler zannediyorlar ki buradaki insanlar sadece laylaylay, eller havaya. Ancak burada gerçek bir hayat da var. Gerçek hayat ne demekse; yani normal bir hayat da var, o eğlencenin dışında, merkezi eğlence olmayan bir hayat. Belki ondan daha çok bahsetmek lazım ya da Bodrumluların daha çok ondan bahsetmesi lazım çünkü burası, Halikarnas Disko değil ve burada durmadan köpük partileri yapılmıyor.
https://www.bodto.org.tr/ sitesinden 21.11.2024 tarihinde yazdırılmıştır.