Röportaj
Hatice ve Ali İhsan Yücel; Onlarda Mavi Sürgündüler…
Bodrum çok derin zenginliklere sahip. Her şeye karşın bizler yine de umuyor, umudumuzu yitirmiyoruz. Mutlaka, ama mutlaka bu zenginliklerin içinden çok güzel şeyler çıkacak.
08.12.2013 13:57

Hatice ve Ali İhsan Yücel Bodrum'un önemli isimlerinden. Yaşamlarını eğitime vermiş enerji dolu, saygın, mücadele timsali iki aydınlık yüzlü insan; Nereden geliyor bu enerjiniz? Diye sorduğumuzda Hatice Yücel söze başlıyor; “Bu enerjimizi nereye borçlusun derseniz, Bodrum'da doğup, büyüyüp, gelişip ve kendi insanına, kendi potansiyelini boşaltarak karşılıklı alışverişten doğan bir mutluluktan olacak diye düşünüyorum. Birde hayatın bana getirdiği güzel şanslar diyebilirim.”

Hatice Yücel özellikle “Doğma büyüme Bodrumluyum ve Bodrum'da çalıştım demekten onur ve gurur duyarım. Çünkü Bodrum'un daha isim yapmamış günlerinde henüz dünyaya açılmamış günlerinde Bodrum'u çocukluğumla beraber doyasıya yaşamak çok güzel bir şey.” Diyerek yaşam biyografisini anlatmaya başlıyor. Turgutreis Caddesinde bulunan evinin arkası bir cennet bahçesi, bir vaha. Evlerin arasında yaklaşık dört dönümlük bir bahçe. Meyve ağaçları ve en çokta Bodrum Mandalinası var bahçede.

“1945 te bu gördüğünüz çevrede, hemen hemen bu evin bahçesinde sayılabilecek sokağın bir üst tarafında bulunan bir evde doğup, daha sonra o sokağın tam karşısına 5-6 metre inerek burada gençliğimi, olgunluğumu yaşayıp bugünlere kadar geldim.”

Hatice ve Ali İhsan Yücel tam anlamı ile yaşayan tarih. Çünkü yaşamı hem dolu dolu yaşamışlar, hem de sorgulamışlar.
“Biz yaşamı dolu dolu, doya doya yaşadık. Hemde sorguladık. Evinizin önündeki zeytin, bu sene zeytin verdimi? Öteki sene neden vermedi? Neden bu sokaktan böyle bir trafik geçiyor? Nasıldı bu sokak, Çocuklar nerede oynuyordu da, şimdi nerelerde? gibi bu kıyaslamaları yapmak bence yaşamın anlamıdır. Çünkü bu doğrular benim doğrularımdır. Başkaları tarafından bana yamanmış, bana dayatılmış doğrular değil. Ama bu durum bir taraftan keyif verirken, bir taraftan da insana daha büyük acılar veriyor. Çünkü yaşamı da gördük, ölümleri de gördük, artıları da gördük, eksileri de gördük ve bunlardan da bire bir etkilendik.”

Ali İhsan Yücel 1937'de Fethiye'nin bir dağ köyünde doğmuş. Çok çocuklu bir ailenin tek erkek evladıymış. İlkokulu da köyünde bitirmiş. Lakin yaşamının dönüm noktasını ve kişiliğini bir döneme damgasını vuran Köy Enstitülerinde, Antalya Aksu Köy Enstitüsünde kazanmış.
“1948 yılında Antalya Aksu Köy Enstitüsü gittim. Burada okurken 1954 yılında Köy Enstitüleri kapatıldı ve öğretmen okulları haline geldi. Ülkemi çok seviyordum ve çok gezdim. Türkiye'de görmediğim bir-iki il vardır. Onun dışında ki bütün yerleri gezdim. Bütün insan özelliklerini gayet iyi bilirim. Diyarbakır, Sivas, Kars, Fethiye, Niğde ve Bodrum olmak üzere değişik yerlerde öğretmenlik yapmış olmamın vermiş olduğu bir deneyimim vardı. Bodrum'da idareciyken sevgili Hatice Hanım staj yapmaya gelmişti, Buca Eğitim Enstitüsü mezunu olarak. O staj sırasında tanıştık. Kendisi de zaten amcaoğlumun Muğla Öğretmen Okulunda öğrencisiydi. Onunda desteği ile burada bir evlilik düzeni kurduk. 1964 yılında da nikahlandık. Önce Muğla Kız Meslek Lisesinde Öğretmenlik yaptı. Ancak bir yıl sonra Bodrum'a tayin edildi. 50 yıla yaklaştık işte mutlu bir yuvamız oldu. Çok güzel bir çevre edindik, çok huzurlu bir düzenimiz oldu. Erdem ve Devrim adlarını verdiğimiz iki evlat sahibi olduk. Birbirimize dayanarak evlatlarımızı en iyi şekilde yetiştirmeye çalıştık. Erdem doktor, kızımız Devrim'de mimar oldular.”

Köy enstitüleri yaşama hazırlayan bir sistemdi, aile yaşantısına da katkısı var mıdır? Sorumuza Ali İhsan Yücel'in gözleri parlıyor. Başlıyor keyifle anlatmaya; “Doğanın içinde olan okullardı. İnsan kendi çevresiyle barışık, insanlarla barışık öğrencisi de yönetimde olan, öğrencisi ve yöneticisi iç içe olan 24 saat 365 gün beraber olan bir dayanışma içinde olan okullardı. O okulların insanlara kazandırdıkları özellikleri başka okullarda bulmak imkansız. Ben köy enstitülerinden mezun olduğum için söylemiyorum, yaşamım boyunca yaptığım gözlemlerimle bu sonuca varıyorum. Keşke o okullar devam edebilseydi, o okullarda öğretmenler bizim için birer ağabey, birer ablaydı. Hiçbir zaman bir öğretmen pozisyonunda, idarecilik havasında olmadılar. Her zaman yanımızda, sorunlarımızla ilgilenen insanlar oldular. İlk gittiğimiz zaman kızlarda vardı, etüt ablalarımız, etüt abilerimiz bize yardımcı olan, elimizden tutan, okulu tanıtan, derslerimizde yardımcı olan bir ekip çalışması içerisinde olan okullardı. Vallahi ben o okulları özlemle anıyorum. Gerçekten yaşama hazırladılar. 18 yaşında Diyarbakır'ın bir köyüne gittim. Yalnız ve tecrübesizdim. Lakin aldığımız eğitim nedeni hiç zorluk çekmedim. Halkla kaynaşıp, oranın insanlarıyla iç içe yaşamasını, sabırla çalışmasını öğrendim ki, okulun verdiği özelliktir bu bana. İnsanlarla sıcak ilişki kurmamda da okulun verdiği eğitim vardır. El becerilerim gelişti, ziraat öğrendim ve yaşamımda hep kullandım. Keşke onlarla ilgili resimlerimi, belgelerimi sizlere sunabilseydim. Fethiye 1957'de bir deprem yaşadı. Ben Diyarbakır'da çalışırken yıkılan evimizin altında kaldı birçok fotoğraf, o günlere ait anılarım, yazılarım yok olup gitti. O günlere ait sadece hafızamda kalanlar kaldı. Onları da 17 Nisan Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümlerinde anlatıyorum, dostlarımla paylaşıyorum.”

Hatice Yücel'e Köy Enstitüleri ile ilgili görüşlerini sorduğumuzda şaşırıyoruz doğrusu. Zira ilk gençlik dönemlerinde bu sistemin öneminin farkında değilmiş. Ali İhsan Yücel ile yaşamlarını birleştirdiğinde kavramış önemini.
“Köy Enstitüleri çağdaş eğitime dayalı bir sistemin kurumları. Emekten yana üretimden yana. Bende emekten, üretimden, çağdaş eğitimden yana bir insanım. Enstitülerin daha sağlıklı, kişilikli insanlar yetiştirdiğinden eminim ki bunu zaman içinde gördüm. Başlangıçta bu bir ölçü değildi. Çok gençtim ve o zaman politikadan bihaberdim. Amacımız okulu bitirip, bir yerde iş sahibi olmak. Evlenmek bile yoktu aklımızda.”

Hatice Yücel yaşamı boyunca mücadelesini verdiği kadın hakları konusuna getiriyor. “Ben bir kadın olarak kadının öyküsünü anlatmak istiyorum. Kunduracı bir babayla, terzi bir annenin evladıyım. İkisi de sabahlara kadar çalışmış, üretmiş, bizleri okutmuşlar. Okutmaya bilirlerdi. O günün koşullarını düşünün. Okula gitmek için sabah biniyorduk, gece 10:00'da varıyorduk. Bir tane bozuk düzen bir araba vardı. Yolda kaç kere bilmem tekerlek patlar. O günlerden bu yana arabaya binmekten rahatsız olurum. Bodrum gibi geniş görüşlü, rahat, doğaya ve insana saygı gösteren bir yerde doğmuş olmamda çok büyük şans. Ama eğer Muğla'da okul olmasaydı, İzmir'e, Ankara'ya veya başka yerlere gönderip okutmazlardı. Ekonomik yönü bir tarafa o dönemin anlayışı öyleydi. Kızlar uzak illere gönderilmezdi. Öğretmen okulunda bizi yetiştiren öğretmenler ile bu günkü öğretmenleri kıyasladığımızda bir çok fark görüyorum. 'Bir köy var uzakta, o köy senindir' anlayışını içinizde hissederdiniz. Mezun olduğunuzda neresi olursa olsun giderim derdiniz.”

Hatice Yücel'in annesi terzi Zarife Mutlu, babası kunduracı Hüseyin Mutlu. Annesi Zarife hanımın elle çevrilen kollu dikiş makinasını hala saklıyor. Ailesini şöyle anlatıyor Hatice Hoca; “Bodrum'un 1940 ile 1960 yılları arasında terzilik ve kunduracılık mesleğinin onlar önderleri sayılır. Onun için bizim ayağımız nalın görmedi. Neden çünkü babam en güzel ayakkabıları bizim için üretirdi. Üstümüz elbisesiz kalmadığı gibi, en güzel elbiseleri giydik. Annem tavlı dediğimiz en güzel kumaşları alır, özellikle bayramlarda sabaha kadar diker ve onu bize giydirirdi. Onun için içimizdeki bu güzele tutku, iyiye tutku, anne babaya olan bağlılık onların bu ince duyarlı ve kendini çocuklarına vermesiyle bağlantılı.”

Bodrum merkezinde “vaha” olarak tanımlanabilecek bahçe, Hatice Yücel'in anne ve babası tarafından 4 bin liraya alınmış. “O zamanın 4 bin lirası kolay biriken bir para değil. Şimdi 10 kişi bir araya gelsek burayı alamayız. Ama kunduracı ve terzi olan iki öksüz insan buradan 5 dönümlük şu bahçeyi almış. Geleneksel bahçe ödülünü almış bu bahçeyi bugüne kadar getirdik. Ben daha 11 yaşındayken bu bahçedeki mandalinaların diplerini çapaladım, suladım, kestim, kasaladım ve gönderdim. Ben bu öykünün içerisinde olduğum için bugün bu bahçeye kimse el uzatamaz.”

Hatice Yücel ilk öğretmenliğine Kumköy'de başlıyor. 18 yaşına bile gelmemiş bir genç kızın, bir köyde göreve başlaması hiç kolay olmamış. Çok bedeller ödenmiş. “Kumköy bizim Alevilerin bulunduğu köydür. O yıllarda da alevi-sunni ayrışması vardı ama bu kadar siyasi değildi. Babama sen nasıl gönderiyorsun 18 yaşına gelmemiş çocuğu demişler. Bunun üzerine babam, o genç yaşta kunduracı dükkanını kapattı ve benimle beraber köye geldi. O sırada ben eğitim Enstitüsü sınavlarına da girmiştim. Bir ay sonra haberim geldi ve oradan direk Buca Eğitim Enstitüsüne gittim. Babama istemeyerek yaptığım tek kötülük mesleğini genç yaşta bıraktırmaktır.”

Hatice ve Ali İhsan Yücel nasıl evlendiler? Oldukça ilginç bir öykü; “Buca Eğitim Enstitüsünün son yılında stajyer olarak görev yaparsınız. Bende Bodrum Ortaokuluna staja geldim. Ali İhsan Beyde idareciydi. Muğla Öğretmen Okulu Müdürü Turgut Yücel (saygıyla anıyorum) onun da çok katkısı var bizim birlikteliğimizde. Bir gecede nişanlandım. Bir yıl sonrada evlendik. Evlendikten bir yıl sonra da eş durumundan Bodrum Ortaokuluna verdiler. 15 yıl da birlikte orada çok güzel arkadaşlarımızla birlikte görev yaptık.”

Ali İhsan Yücel söze giriyor yine. “Köy Enstitülerinin bana vermiş olduğu bu okuma alışkanlığı kolay iletişim kurma becerisi kazandırması sayesinde Bodrum'da Öğretmenler Derneği'ni kurduk. Derneğimizin bir yardımlaşma sandığı vardı, kitap kulübü vardı, lokali vardı. O lokalde haftada bir defa kitap tanıtımı yapılırdı, haftada bir defa aile günü yapılırdı. Buluşma yerimiz olurdu, Eski Ticaret Bankasının olduğu yer bizim binamızdı, kendi paramızla almıştık. Lokalimizin altına tüketim kooperatifi açtık. Öğretmenlere ve memurlara ucuz alışveriş olanağı sağlardık. Şimdiki öğretmenlere anlatmaya çalışıyorum; bizim bir yerel derneğimiz vardı, yardımlaşma sandığımız vardı, kitap kulübümüz vardı, tüketim kooperatifimiz vardı bilahare o tüketim kooperatifi öğretmenleri ev sahibi yapmak için değişik kooperatifler haline de döndü. İşte Barış yapı Kooperatifi, Melengeç Kooperatifi. Öğretmenleri ev sahibi yapmak için yapılan etkinlikler. Bu arada tanıdığım çok değerli öğretmen arkadaşlarım oldu. Sebahattin Atay Turgutreis İlköğretim Okulu Müdürü, Halil Arkın Atatürk İlköğretim Okulu Müdürü, Osman Kızıldereli, Cumhuriyet İlköğretim Okulu Müdürü, İlköğretim Müdürü Osman Bilgin, Halk Eğitim Müdürü Mehmet Ceylan ve Bodrum Ortaokul Müdürü Turgut Karabağlı hepsini rahmetle anıyorum. Bodrum Lisesi açıldığında 258 lise ve dengi okul arasında dershanesiz 52. Sırada olan bir Bodrum Lisesi. Biz öğrencilerimize hiçbir zaman paralı ders vermedik. Karşılıksız yardımcı olduk. Yetenekli olanları alıyor, onlara ders veriyor ortaokuldan, liseden sonra yönlendiriyorduk. Ortaokulu bitiremeyecek olanları ise mesleklere yönlendiriyorduk. Hemşire okullarına, polis okullarına, astsubay okullarına.”

O dönemde görev yapan öğretmenlerin isimlerini soruyoruz; “Matematik Öğretmeni Mazhar Adıyaman, Fransızca Öğretmeni Hey Yavrum Hey namıyla Mustafa Himmetoğlu, Tarih Öğretmeni Murat Tengiz, Biyoloji Öğretmeni Halit Hamat, Edebiyat Öğretmenleri Ayfer Mete, Hatice Yücel, Alaattin Koç, İsmail Tuna gibi daha aklıma gelebilecek çok değerli kadrolu öğretmenlerimiz vardı.” (Bir çoğunuz bu isimleri okuyunca geçmişe bir yolculuk yapacaktır.)

12 Eylül ile birlikte tüm yurtta olduğu gibi Bodrum'da da aydın öğretmenler sürgünle tanıştı. O dönemi şöyle anlatıyor Ali İhsan Yücel; “Biz bu TÖB-DER'de örgütlenmiştik. TÖB-DER çok güzel etkinlikler düzenler ve dayanışma içindeydi. Kitap okuma, kitap tanıtma, öğretmenlerin sorunlarıyla ilgilenmek gibi. 2.MC Hükümeti döneminde, 12 Eylül öncesi bizi buradan tüm TÖBDER'li öğretmenleri dağıttılar. Kimimizin eşi burada kaldı, Kayseri'ye gitti, Kastamonu'ya gitti, bende Niğde'ye gittim, eşimi ise Niğde'nin bir dağ köyüne verdiler. Tabi Danıştay'a dava açtık, davaları kazandık geri döndük geldik. Burada edebiyat öğretmeni yoktu Hatice Yücel Gündoğan'da 21 kişilik ortaokulda Türkçe derslerine giriyordu haftada 4 saat. Böyle dönemler yaşadık işte. Ama takdir ve teşekkür alan öğretmenlerdik bizler. Bakanlığın açtığı folklor kursları, modern matematik kursları, modern fen kurslarına katıldık. Bakanlığın açtığı bütün kurslarda bulunduk ve onlardan belgeler, teşekkürler, başarılı idareci ödülleri aldık ama bunlara rağmen biz sürüldük, dağıtıldık yani. 12Eylül sonrası danıştayın durdurmasıyla geri döndük. Ben bakanlığa giderek sordum bu kadar başarı ödülü verdiğiniz öğretmenleri neden sürdünüz diye, bakanlıkta bir öğrencimin yardımıyla gerekçeleri öğrenmeye kalktık ve gerekçelerde ki biz o zaman 24 yıllık öğretmenleriz sizlere yapılmaz dediler. Ve nihayet gerekçeleri öğrendik. Cumhuriyet Gazetesi okumak, Öz Türkçe kelimeler kullanmak, öğrenci velileriyle aşırı ilgilenmek, örgütçülük, TÖBDER ve benzeri yerlerde öğretmenliği ikiye bölücü faaliyetler içinde bulunmak. Demek ki bunlar suç oluyormuş. Yani buna benze uyduruk şeylerle sürüldük. Nihayet bizim tayinimizi düzeltmeye kalktılar ama yine buraya değil, Gündoğan'a gittik. Sonra beni Gündoğan'da da tutmadılar. Bana idarecilik teklif ettiler. Dedim ki bu hükümet benim Bodrum'da öğretmen olarak çalışmamı istemedi, nasıl oluyor da idareciliğimi istiyor. Kabul etmiyorum dedim, imzaladım. Ondan sonra beni tekrar Niğde'ye gönderdiler, hanım Gündoğan'da kaldı. Ben Niğde'den emekli oldum. Emekliliğim dolmasına rağmen ben inatla orada çalıştım. Beni orada üzen bana ders vermemeleri oldu. Biz 21 tane sürgün öğretmendik. Sabah gidip hep beraber 08:30'da imzamızı atıyorduk, ondan sonra nereye giderseniz gidin. Ama ertesi günü 08:30 yine orada olmak zorundasınız. Eşlerinizin yanına göndermiyorlar, memlekete göndermiyorlar, ders yok Niğde soğuk. Biz kitap okuyoruz, velilerle, halkla iç içe yaşıyoruz. Onu da çekemediler, onu da takibe aldılar. Görev istiyoruz, lise öğrencilerine etüt öğretmenliği görevi verin, öğretmen evini verin çalıştıralım, öğretmenler lokalini verin çalıştıralım, personel parası vermeyin biz çalıştıralım. Hayır, imzanızı atın, maaşınızı alın oturun. Bu 2 sene devam etti. Ama benim çocuklarım üniversite çağına geldi. Birisi Ankara'da, birisi İzmir'de okuyor, eşim Gündoğan'da ben orada. Bu arada babamda vefat etmişti, yaşlı annemi de Fethiye'de bırakmıştım. 5 parça olduk ve o boşluk sıktı bizi. Çalışıyor olsaydım emekliliğim geldiği halde devam etmek isterdim. Çocuklarım bile teslim olmayın çalışın diyorlardı. Devam edin biz kendi problemlerimizi kendimiz çözeriz diyorlardı, ama daha fazla katlanamadık ve Bodrum'a döndüm.”

Ali İhsan Yücel sürgün yıllarından sonra Bodrum'a döndüğünde Bodrum'da turizm sektöründe çalışmaya başlıyor. “Geçmişte biz burada turizm derneği de kurduk. Turizm üzerine de çalışma yaptık. İlk pansiyonculuğun başladığı sıralarda biz burada rahmetli Süleyman Kocaoğlan, Rüştü Gürler, Erdoğan Cingöz, Maksut Doğan ile birlikte Raşit kahvesinin üstünde bir turizm derneği kurmuştuk. Ev pansiyonculuğu yaptırdık. TMT Otelde idari görevde bulundum, sonra Gündoğan'da bir otele geçtim, oranın müdürlüğünü yaptım dört sene. Derken kendi işimizin başına geçtik. Burada bahçemizde rahmetli kayınbiraderimle bir kamp çalıştırdık. Bodrum'daki sonradan meslek sahibi olmuş esnaf arkadaşlarımız bizim kamplardan, çadırlarımızdan geçmişlerdir. Onun için bizim çevre edinmemizde bu öğretmenler derneğinin, turizm derneğinin, yaptığımız turizm çalışmalarının eğitim çalışmalarının, Köy Enstitüsü etkinliklerinin çok büyük katkısı vardır. Ve bu katkıların çoğunu da ben ailemdeki huzura borçluyum, bir taraftan da Köy Enstitülerine borçluyum. Aynı duyguları çocuklarıma aktarmaya çalışıyorum, onlarında en az bizim kadar yararlı olmalarını istiyoruz. Gücümüz yettiği, soluğumuz olduğu sürece ufak tefek de olsa katkılarımız, çalışmalarımız eksik kalmayacaktır.”

Hatice Yücel eğitimciliği bir yaşam felsefesi haline getirmiş. Emekli olduktan sonra da ÇYDD'de eğitimciliğe gönüllü olarak devam etmiş. O süreci şöyle anlatıyor; “Emekli olduktan sonra başladı ÇYDD'ne girişim. Basamakları sayarsak ailemin ortaokula göndermesi, Muğla Öğretmen Okulunun açılışı, Buca Eğitim Enstitüsüne gidişim, evlenişim ve Bodrum ortaokulunda 15 yıllık öğretmenlik sürem, çocuklarımın oluşu ve onlarla birlikte en iyi öğretmen olma hırsım ki, buna hırs dememek lazım ülkemizde kaç aile tarafında kızlarının öğretmen olması sağlanıyor. Bunun için bunun bir borcu olması gerekiyordu. Daha ilk başladığım yıllarda edebiyatçı olduğum için, kendimdeki eksikliği bu işin içine girdikçe anladığım için, birken on okuma ve çalışmam gerektiğine inandığım için bir taraftan 30 saat Türkçe dersi, öte taraftan sosyal, kültürel etkinlikler olduğu gibi kişinin kendi kendini yetiştirmesiyle ilgili şeyler. Politika gibi değil. Onun için hep benim üstümde kaldı sosyal etkinlikler. Ben daha 23-24 yaşında Yaşar Kemal, Erdal Öz, Ülkü Tamer, Sudi İlkorur'lardan etkilendim. Bir grubu 24 yaşındaki bir öğretmen çıkıp yönetebiliyordu. Bu işler beni mimlemek için yetti. Ben o zaman farkında bile değilim, solculuğun falan. O zaman demişti Yaşar Kemal, bu bana hep gaz olmuştur, “Sen Köy Enstitüleri zamanında olacaktın, seni oraya müdür olarak vereceklerdi.” Ama bırakın müdür olmayı sürgün oldum. Ama biz toprak çocuğuyuz. İçimdeki o ses bana hep güç verdi. İşte sanatçının yada büyük insanın sözleri başkalarını etkilemeli. Mesela bende başkalarını etkileyebilmeliyim. Bodrum'daki 15 yıllık öğretmenliğim sırasında böyle çalıştığım için ki o zaman öğretmenler odasına varlık girerdi. 13 öğretmenin yüzde 90'ı Varlık'a üye, çoğu Cumhuriyet, Milliyet gazetesi taşıyor, masanın üstünde dağılıyor. Hadi şimdi gidin bana en özel okullarda gösterin bana Varlık Dergisi yada Türk Dil Dergisi. Yaşar Kemal'in kitaplarını ben 6., 7. Sınıfta okurdum. Herkes de böyle dinlerdi. Şimdi dinlemiyor çocuklar. Çünkü rota kaydı, rota başka bir yer. O duygular bitti. Kırılmalar şimdi değil, çoktan başlamıştı, ama uyuduk hepimiz. Nasıl şimdi böyle bir duyarsızlık varsa o yıllarda da duyarsızlık vardı. Bazı öğretmenler bize telefon etmekten bile korktu.”

Ali İhsan Yücel Söze girerek; “Biz sadece öğretmenlik yapmadık burada. Öğretmenliğin dışında da başka şeyler yaptık. Konu ticaret değildi, para kazanmak değildi. Sonradan buraya müdür olarak, öğretmen olarak gelenler öğretmenliğin dışında daha çok ticari işler yaptılar. Biz öğrencilere nasıl yurt yapalım diye koştuk, o Amerikan barakalarını yalvara yalvara, Ahmet Buldan'dan aldık getirdik, yerlerinin parasını kuruş kuruş vatandaşlardan topladık. Bize dediler ki; arsanın bütününü alın, şimdiki Migros'un karşısındaki yer. Arsanın tamamını alsaydık da yarısı bizde kalsaydı, Bodrum'da zengindik şimdi. Aynı şekilde lisenin olduğu yer. Oradan 5 dönüm aldık. Hikmet Eskitürk'tü sahibi, yalvara yalvara bütününü alın yarın bölme yaparsınız, öğretmen evi yaparsınız diye. Ama lisenin yerini alacak parayı zor topluyorduk. Ayrıca biz kendimiz alabilirdik ama hiçbir zaman ticari bir şey düşünmedik, yapmadık. Ortaokulda çalışırken okul aile birliğimiz fakir öğrencilere öğlen yemek verirdi sırayla, fakir öğrencilerimizi giydirirlerdi, bakarız öğrencimizin ayakkabısı eskimiş kunduracı Metin'e telefon ederdik, çocuğa derdik ki “Metin abin seni bekliyor git”, Metin ayakkabısını giydirir, parasını biz öderdik. Defteri olmayan çocuğu Celal Atalay'a gönderir telefon ederdik, çocuk hiç bilmez gider paketini alır dönerdi. Öğrencilerimizi evlerde kontrol ederek, hatta hangi sinemaya gidiyorlar, hangi filme gidiyorlar, hangi kahveye gidiyorlar ekibimiz vardı okul aile birliği olarak hafta sonlarımızı onları kontrole ayırırdık veya okula toplayıp eğitsel konulara ayırırdık. Kendi güçlerimizle bir şeyler yapmaya çalıştık. Şöyle düşünüyorum; biz boşuna sürülmemişiz. Sürülme gerekçelerinden birinde diyor ki; “Halkla, veliyle iç içe olmak, öğrencilerle fazla ilgilenmek” evet biz bunları yaptık, O zamanda inkar etmedim, şimdi de. Cumhuriyet Gazetesi okumak suçmuş, okudum. Öz Türkçe kullanmışım suçmuş, evet kullandım.”

Hatice Yücel hayranlıkla dinliyor sevgili eşi Ali İhsan Yücel'i. Gözleri sevgi ve saygı ile bakıyor. Söze girip o günlerin Gündoğan'ını anlatıyor; “Bodrum Ortaokulundan 13 öğretmenin sürülmesi beni kendime getirdi. Çünkü sürgünle ilk defa tanışıyorum ben. Daha önceki bütün yaptıklarım öğretmen olarak aydın bir edebiyat öğretmeninin yapması gereken bütün şeyleri yaptığıma inanıyorum. O sıralarda gazetelerde okuyoruz, ama beni süremezler derken, bir baktık sürdüler. Hatice Yücel sen bazı şeyleri bilmiyorsun dedim, kendi kendime. Bir taş gibi ağır geldi. Ama o taş yüreğimi güçlendirdi. O Gündoğan'ın soğuğunda buz gibi esse de, çocuklarımdan ayrılmış, eşinden ayrılmış olarak görev yapsam da bu beni güçlendirdi. İlk defa kırsal kesimin çocuklarıyla karşı karşıya geldim. Okula çocuklarla yürüyerek gidip geliyoruz, oradaki zeytini, peyniri birlikte paylaşıyoruz. Bunun tadına kimse varamaz. Gündoğan'da o sıra elektrik de yok. Ama biz el feneriyle gideriz Ahmet amcanın oraya, Şükrü'lere mandalin yersin, konuşursun halkı anlarsın. Gerçi anladık da bir işe yaramadı. Neden?, çünkü öyle bir salgın geldi ki bütün Bodrum yarımadasına turist salgını Gündoğan'ı da içine aldı, o aileleri yuttu, tutu fırlattı. O günün Gündoğan'ı ile bugünün Gündoğan'ı arasında o kadar fark var ki, bugün orada öğretmenlik yapmam istemem. İyi ki o zaman yapmışım, iyi ki sürmüşler beni oraya. Ondan sonrada emekli oldum. Çünkü beni başka yere vermeleri mümkün değil.”

Hatice Yücel kızgınlığı biraz sakinleşiyor, gözleri daha bir mavi daha bir derin dalıyor ve başlıyor anlatmaya yeniden; “Kültürü oturtmak, eğitimi oturtmak zaman alır farkına varmazsınız. Zor olan, uzun olan şeyler güzeldir. Ama çabuk olan ve paraya dönük olan şeyler iyi değildir. Bizler eğitimci olarak bunun farkındayız. Yoğun çalışma temposuna ayak uyduramayıp, çocukların tahsil durumları da söz konusu olunca ben 39 yaşında emekli olmak zorunda kaldım. Gazetelerden Merhum Türkan Saylan'nın kurduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğini'de yakından takip ediyordum. O yıllarda toplantılarına katılıyordum. Orada bir konuşma yaptım ve kendimi seçimde buldum. ÇYDD'ye girişimin esas nedeni Türkan Saylan'dır. Çünkü o benim düşüncelerime uyuyordu. Bodrum ÇYDD 1993'te Genel Merkezden sonra ilk kurulan şubelerdendir. ÇYDD'nin ana amacı eğitim odaklıdır ve Atatürk ilke ve devrimlerinin korunması ve ileriye götürülmesi hedeftir. İçimdeki birçok şeyi orada daha özgür ve özgün yapacağıma inandığım, düşüncelerimin orayla uyuşması ve öğretmenlikten gelen açığın başka bir iş ve başarıyla kapatılması gerektiğini düşündüğümden dolayı derneğe üye oldum. Burada kendimi buldum. Belki meslek hayatımdan daha fazla çalıştım. Çünkü o zaman yer yoktu, para yoktu, sivil toplum örgütü ne demek bilmiyorum, partilerde hiç çalışmadım. Sivil toplum kuruluşları daha çok halkın yanında ve daha özgür hareket edebileceğimi düşündüğüm yerdir. Bu gün Bodrum'un en önemli sorunlarından bir tanesi fazlaca göç almasıdır. Bir gecekonduda yaşıyorlar. Biz aramızda para toplayarak bir destek sağladık. O destek ki eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin bu ülkede nerelere gittiğini, neler yaptığını, en büyük haksızlığın bu olgular olduğuna inanan insanlar olduğumuz için Ümit Ok'la başlayan öğrencilere burs olayı bugün 300'e ulaştı. Bunu ne bir belediye verebiliyor, ne bir parti verebiliyor. Türkan Saylan ile birlikte asıl Türkel Minibaş benim modelim oldu. Çünkü o daha gençti ve genç oluşu ve genç bir kadının profesörlüğü çok etkileyiciydi. Ben ona özenirdim, oda beni desteklerdi. Bodrum şubesi genel merkezin içinde böyle bir rol oynadı. Bu da benim faydalı olmamın ötesinde, kendimi yetiştirmemde, bu enerjiyi hala koruyor olmamda büyük bir etki olmuştur. Şimdi ben başkanlık yapmasam bile, arkadaşlarımın verdiği onursal başkanlık daha büyük bir sorumluluk. Çok emek verdik. ÇYDD Bodrum benim çocuğum gibi diyorum, Türkiye için gerekli diyorum.”

Hatice Yücel aktif siyaset içinde olmasa da Ali İhsan Yücel aktif siyasetin içinde yer almış. 1983 de SODEP'in kurucusu, Cevat Bilgiç ANAP'tan belediye başkanı olurken, Ali İhsan Yücel SODEP'ten belediye meclis üyesi olmuş. Daha sonra Emin Anter'in ilk döneminde de meclis üyeliği ve belediye başkan yardımcılığı yapmış. Ama çok sıkıntılar yaşadığını söylemeden edemiyor; “Politika bizim yaşantımıza ayak uyduramadı, yada biz partiye ayak uyduramadık. Herhangi bir teklif götürdüğün zaman, aman sen bürokrasiden geldin, bunlara aklın ermez sözleriyle karşılaştık.” Demesi siyasete birazda kırgın olduğunu gösteriyor.

Hatice Yücel aktif siyasetin içinde olmamasına karşın kadın hakları konusunda çok hassas ve konuyu dönüp dolaştırıp kadın haklarına getiriyor yeniden; “Şimdi bir analık duygusu var. O mutlaka iyi anlatılmalı yada nasıl bir anne olmalı ki bu toplum gelecek kuşağa sorunsuz yetişsin. Biz daha çok mesleki tarafımızı, aydın olma tarafımızı, sivil toplumdaki başarılarımızı anlattık. Ama bu ülkenin kurtuluşu, bence kadınlarının belli bir düzeye çıkmasıyla mümkündür. Hala 7 milyon kadın okuma yazma bilmiyorsa, bilmem kaç milyonluk mal mülkün ufak bir bölümü onlarınsa, iş alanlarında rol almıyorsa, başı örttürülüyorsa bu ülkeden kurtuluş yoktur. Erkekler şunu bilmeli ki, neden erkekler diyorum, çünkü iktidar onların elinde, eğer bugün demokrasi var diyorlarsa, önce cinslerin ülkeyi yöneten gruplarda ne kadar rol aldığı önemli. Bunu sayılara dökmüyorum ama bugünkü yaşımla bunu inatla iddia ediyorum. Önce bilinçsizdim, şimdi yüzde yüz söylüyorum ki bu kadınların düzeyi yükseltilmedikçe, maddi, manevi, kültürel, sosyal ne erkeklerin mutluluğu sağlanacaktır, nede bu ülkenin. Bunun için önce kadınlar iyi bir anne, aydın bir anne, muhtaç olmayan kocasına, topluma, ekonomik bağımsızlığı olan, beyin bağımsızlığı sağlanmalıdır. Bu ülke bu sistemle gittiği sürece, eşitsizlik, emekten yana olmayan, sosyal, laik, hukuk devleti olmadığı sürece ve bundan da en çok kadınların ve çocukların zarar gördüğü bir toplum olduğu sürece hiç bir şey olmaz.”

Bu söyleşimizdeki son sözler oldukça etkileyici; “Bugün Bodrum'daki mutluluğum temelinde annemin, babamın bana bıraktığı bu mandalina bahçesi, çünkü yer ve mekan çok önemlidir, daha sonra çocuklarımızın ve eşimizin birlikte yaşama mücadelesini ortaklaşa götürmek vardır, ondan sonrada benim emek verdiğim öğrencilerin her bir yerde bana yürekten selam ve sevgileri vardır.”

Ali İhsan ve Hatice Yücelin şu tespitleri ise bu söyleşinin can damarını oluşturdu; “Bodrum'a çok para girdi. Hani Köroğlu diyor ya, “Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu”, Bodrum'a da “turizm girdi, para girdi mertlik bozuldu” gerçekten. İnsani değerler azaldı, Bodrum'un doğasını har vurup harman savuruyor bir grup. Başka bir grup da burada yeniden filizlenmeye çalışıyor. O filizlenmede sağlıklı bir filizlenme değil. 5 yıl önce açtığımız Yücel Etüd merkeziyle nokta koymak istemiştim eğitime. Ama huzurlu bir nokta koyamadım. Çünkü küçük bir grupta olsa burada gördüğüm çocukların ne kadar ezildiğini, ne kadar anlamsız şeylerle yüklendiğini, ne kadar yanlış insanlar yetiştirildiğini gördüm. Ne oluyorsa çocuklara ve geleceğimize oluyor. Umarım bütün bu karışıklıktan, bu eğitim kabusundan güzel bir şeyler çıkar. Çünkü hem Türkiye, hem de Bodrum çok derin zenginliklere sahip. Ben yine de umuyorum, umudumu yitirmiyorum. Mutlaka, ama mutlaka o zenginliklerin içinden güzel şeyler çıkacak.”

Varlığınız,zenginliğim..
Firdevs Şengül
Okurken hem duygulandım,hem çoşkum arttı,hem yoruldum,hem hırslandım..Sizi seviyorum,varlığınız ZENGİNLİĞİM'dir..çok yaşayın.
14 Ocak 2014 Salı 14:04